Karşı karşıya kaldığımız problemlerde öncelikle muhatabımızın iyiliğini, sağlığını, duygu durumunu göz önüne alarak yaklaşımda bulunmak her zaman için faydalı sonuçlar ortaya koymuyor.
Bir mesele karşısında aşırı tepkisel davranan, olmadık sözler ve davranışlar sergileyen bir insana öncelikle onu sakinleştirmek, içine düştüğü duygu karmaşından onu çıkarmak maksadıyla; anlayışla, hoşgörüyle, alttan alarak yaklaşmak bu maksatlara ulaşmak şöyle dursun muhatabımızın sergilediği bu yersiz davranışlar konusunda kendisini daha da haklı hissetmesine yol açabiliyor. Tüm bu aşırı reaksiyona anlayış gösterilmesini mümkün kılan; "şu an normal bir ruh halinde olsa zaten böyle davranmaz, böyle konuşmaz. Meseleyi yanlış anladı ve o yüzden bu şekilde davranıyor" düşüncesi; bir iyi niyetin, kıymet vermenin, samimi bir yakınlık duygusunun göstergesi olsa da mevzunun doğru şekilde anlaşılmasına ve aşırı tepkisel davranan kişinin hatasını ve davranışlarındaki yersizliği anlamasına vesile olmak yerine onun daha da yanlış davranışlar sergilemesine yol açıyor ve hadsiz ifadelerde bulunmasına neden olabiliyor.
Bu durum elbette herkes için geçerli değildir. Kendini sorgulamayı öncelik olarak benimsemiş bir insana herhangi bir hatasını ya da yanlışını ifade ettiğinizde ilk yapacağı şey "nasıl bende böyle bir hata görürsün veya nasıl bana böyle bir yanlışı yakıştırırsın" diyerek sizi sorguya çekmesi ve size çıkışması değil, kendisine ifade edilen bu hata veya yanlış üzerine düşünmek, bunu anlamaya çalışmak olacaktır. Tabiki, söz konusu kişiler arasındaki ilişkinin düzeyi, kullanılan üslup, ifade edildiği ortam ve ifade etmekten maksada göre bir insanın hatasını, yanlışını onunla paylaşmanın farklı sonuçları olacaktır. Art niyetle, samimiyetsiz ve suçlayıcı bir üslup ve başkalarının içinde küçük düşürücü bir şekilde bir hatanın sahibiyle paylaşılması açıktır ki hata sahibine bir fayda sunma kastıyla yapılmamaktadır. Bu noktada mevzu ilgili hata olmaktan çıkıp o hatayı yapan insanın şahsiyeti ve kişilik haklarının mevzu bahis edilmesine dönüşecektir ki bu davranışın sevgiden, samimiyetten, dostluk ve iyi niyetten doğmayacağı da malumdur. Bununla birlikte, iyi niyetle, usulünce ve muhatabı incitme endişesiyle, özenli şekilde bir hatanın sahibine ifade edildiği durumlarda dahi arzu edilen faydaya ulaşmak mümkün olmayabiliyor çünkü kendi hatalarımızı görmek ve bunları kabullenmek hepimizin en çok zorlandığı meseleler sıralamasında başlarda yer alıyor.
Kendi yanlışlarımızı görme noktasındaki gafletimiz, kişilik gelişimimizi zor ve uzun soluklu bir serüven haline getiren en önemli eksiklerimizden biri ve ayrıca samimi dostlara ve dostluklara duyduğumuz ihtiyacın en bariz göstergesi. Bu eksiğimizi kapatacak ve hatamızı/yanlışımızı bize gösterebilecek samimi dostlar, tüm hayat yolculuğumuzun, kendimizi ve ötekini anlama ve anlamlandırma sürecimizin; daha sağlıklı, verimli ve doğruya çok daha yakın hale gelmesini sağlayacak olan, son derece önemli fırsatlardır desek abartmış olmayız.
Sözün özü; kendimizi görmemize, haddimizi bilmemize yardımcı olan samimi insanlar varsa etrafımızda, kendimizi şanslı sayabilir, bu durumu bir lütuf olarak değerlendirip şükür vesilesi kılabiliriz. Fakat, en yakınlarımıza bile alınganlık göstermek için bir şeyleri bahane edebiliyorsak, kendimize; "samimiyet ne işe yarar" diye sormanın vakti gelmiş demektir.
Comments