Kişi hak ve ödevleri tarih boyunca tüm toplumlarda farklı kaynaklara dayandırılarak varlık göstermiş olgulardır. Tarım toplumlarından günümüze kadar, değişen ölçülerde hak ve özgürlükler, devlet olarak anılan siyasi yapılanma ile vatandaşlar arasındaki ilişkiyi düzenlemek, topluluğun devamını ve bütünlüğünü sağlamak için uygulanmıştır. Ve elbette, insanların kendi aralarındaki ilişkiyi belli ölçülerde düzenlemek açısından da hak ve ödevler mevcudiyetlerini günümüze kadar sürdürmüştür.
Bu konuyu değerlendirirken, insanlık tarihini sürekli gelişmekte olan toplumların biyografisi şeklinde okumak hatalı bir yaklaşım olacaktır. Günümüzden geriye bakıldığında, ilkel olarak kabul edilen toplumlar, modern zamanların toplumlarından daha fazla özgürlüğe ve daha fazla temel hak ve hürriyetlere sahiptiler ifadesi ilk anda şaşırtıcı gelebilir ancak durum tam olarak böyledir. Kölelik kavramının yaygın olarak varlık gösterdiği dönemlerde, köle olarak anılan insanların dahi günümüz modern zaman insanından daha iyi şartlarda yaşam sürme fırsatı bulduğunu örneklemek mümkündür. Bu ifadeler köleliğin matah ve arzulanır bir şey olduğunu dile getirmek için değil, günümüz insanın kendisini özgür ve modern addetmesindeki çelişkiye dikkat çekmek için ifade edilmiştir.
Eski zamanların köle olarak nitelenen insanı; yaşama hakkı, vücut bütünlüğü, düşünce ve inanç hürriyeti, barınma hürriyeti gibi konularda, günümüz toplumlarında dünyanın farklı coğrafyalarında cereyan eden vahşet göz önüne alındığında, çok daha iyi şartlarda yaşayan insanlar olarak ifade edilebilir. Yahut, eski dönemlerde tarımla geçimini sağlayan ve yılın belli bir döneminde mahsülünün bir kısmını mevcut siyasi otoriteye vergi olarak ödeyen bir çiftçi bu işlemin dışında yılın geriye kalan zamanında istediği gibi yaşama, düşünme, inanma, barınma, çalışma özgürlüğüne sahiptir. O dönemin siyasi otoritesi istese dahi belli bazı araçlara dönemin şartlarından dolayı sahip olmadığı için (yaygın kolluk kuvveti, izleme/gözetleme/kontrol unsurları, vs.) vatandaş üzerinde günümüzdeki kadar baskı kurma imkanından yoksundur.
Belli bir ücret karşılığında ömrünün büyük bir kısmını üretim çarkında geçiren ve eğitimden emeklilik dönemine kadar dizayn edilmiş şartlarda yaşayan günümüz modern insanı için köle ifadesini kullanmak, geniş bir perspektiften bakıldığında, eski dönem insanlarına bu ifadeyi yöneltmekten daha mantıklı görünüyor.
Bu kıyaslamanın yanı sıra özellikle yakın dönemde tüm dünyada süregelen ve günümüzde varlığını devam ettiren sömürge anlayışının yaşattığı insan kıyımı, hak ve özgürlüklerin kağıt üstünde birer ütopya olduğu algısını doğrulamaktadır. Kendi kavramlarını tüm dünyaya bir şekilde kabul ettirmeyi başaran ve gelişmiş olarak addedilen ülkeler, hala dünyanın en büyük zulümlerini gerçekleştiren ülkelerdir. Kendi insanlarını sanayi üretimin birer dişlisi ve tüketimin devamının en temel aracı haline getirmeyi başaran bu ülkeler diğer ülkelerin (onların deyimiyle gelişmekte olan yahut az gelişmiş toplumlar) insanları içinse hala en büyük tehdit konumundadırlar. Geçtiğimiz bir asır içinde dünyayı defalarca kana bulayan ve içinde bulunduğumuz yıl itibariyle dahi bu zulmün devamına hizmet eden ülkeler yine aynı, demokrasi ve özgürlük kaleleri olarak adlandırılan, güya gelişmiş, bu ülkelerdir. İnsan hak ve hürriyetlerini en acımasız şekilde hiçe sayan, en temel hak olan yaşama hakkını dahi milyonların elinden acımazsızsa alan bu ülkeler aynı zamanda gezegene en büyük zararı veren, gelecek nesillerin haklarını dahi şimdiden gasp eden ülkeler olarak değerlendirilebilir. Çıkarları için çıkardıkları savaşların ve akıttıkları kan ve göz yaşının hesabını bu güne kadar asla ödemeyen bu ülkelerin dünyamızı getirdiği nokta göz önüne alındığında, içinde bulunduğumuz enformasyon çağında, şanslı ve müreffeh küçük bir kesim varlığını sürdürmekle birlikte dünyanın geri kalanı; açlık, sefalet ve en temel haklardan bile yoksun şekilde yaşam mücadelesi vermektedir.
Hal böyle olmakla birlikte, hala dünyanın tamamına hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet dersi vermeye kalkan bu ülkeler, kendilerinin dışında kalan farklı medeniyetlerin insanlarını yine atalarından miras aldıkları kavramlarla nitelemeye devam etme ve diğer toplumların içinden ayarttıkları kendilerinin kavram dünyalarına köle haline getirdikleri belli azınlıklar eliyle dünyaya kendi istedikleri şekilde çeki-düzen verme çabalarından hiçbir zaman için geri durmamaktadırlar. 2020 Türkiye’si, temel hak ve özgürlükler, devlet karşısında vatandaşın durumu, sosyal ve iktisadi imkanlardan yararlanma fırsatındaki oran, eğitim, sağlık, güvenlik, hak arama gibi bir çok noktada aldığı muazzam mesafeye karşılık, devlet organizması eliyle olmasa dahi, ülkemizdeki belli bir kesim tarafından hala gelişmekte olan ülke olarak nitelendirilmekte ve bunu yanı sıra din ve vicdan hürriyetinden, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetine, istediği gibi yaşama, giyinme, düşünme hürriyetine varana kadar birçok alanda belli bazı toplumsal baskılar devam edebilmektedir. Devlet otoritesi ve aygıtları nazarında belli bir güce kavuşan Türk vatandaşı, ülkemizdeki bir kesim tarafından (kendilerini aydın ve toplumun üstünde gören; akademi, sanat ve iş dünyası gibi önemli noktalarını mekan tutmuş bölümü) ayrıştırıcı ve baskıcı söylemlere maruz kalabilmektedir. Hak, hukuk, demokrasi, cumhuriyet, özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramlarla süslenerek dayatılan ancak esasında, baskıcı ve oldukça kısıtlayıcı bu söylem kendisine birçok alıcı bulabilmekte ve kendi devamını sağlayabilmektedir.
Binlerce yıllık kendi medeniyetlerine gözlerini kapatmış ve hatta düşman kesilmiş olan bu insanlar, geniş manada Avrupa aydınlanma dönemini medeniyetin başlangıcı kabul eden, özelde ise bu toprakların insanlarının Cumhuriyetin ilanı ile tarih sahnesine çıktığını düşünme gafletini sergilemektedirler. Bu insanlar, yukarıda zikredilen toplumlardan ödünç aldıkları kavramlarla bu coğrafyanın insanına şekil verme ve bu toprakların halklarını dizayn etme çabalarını sürdürmektedirler.
Gelişmiş olarak addedilen bir ülkede ortaya çıkan bir virüs dolayısıyla tüm dünyanın yaşadığı salgın döneminde dünyadaki tüm devletlerin virüsle mücadelesi göz önündedir. Bu devletlerin vatandaşlarına ve onların en temel hak ve hürriyetlere ulaşması noktasında gösterdikleri tutum ortadayken, Türkiye’yi hala gelişmekte olan ülke olarak nitelemeye devam etmek ve sadece bazı maddi ölçüleri baz alarak yapılan gelişmiş-az gelişmiş değerlendirmeleri artık her zamankinden daha fazla absürt durmaktadır. Ülkelerin hak ve özgürlükler yahut gelişmişlik düzeyleri hakkında çıkarımlara varmak için bu güne kadar kullanılan belli bazı ölçekler artık son derece hatalı argümanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanayi döneminden kalma üretim ve tüketim metotlarına dayalı klasik iktisat anlayışı, Batı menşeili hak ve hürriyet güzellemeleri dünya halklarının problemlerine tarihin hiçbir döneminde çözüm olmadığı gibi günümüzde de çözüm sunmak bir yana sorunları derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor gibi görünmektedir.
Comments